SAYGI

26.12.2019 328

*Beş yaşında idim. **  Babaannem rahmetli,pirinç ayıklıyordu. Bir tane yere düştü. Babaannem eğildi, aramaya  başladı. Sağa bakıyor, sola bakıyor, bulmaya çalışıyor. Çocukluk iste,aman babaanne dedim. Bir   pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya, yorulmaya değer mi? Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı, öfkeyle doğruldu.  Sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun, dedi. Hiç pirinç üretilirken gördün  mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç tanesinde  kaç insanin göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var biliyor musun? Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.   *Aradan yıllar geçti. Hukuk Fakültesinde öğrenciyim.   Alainin proposlarini okuyorum. Birden irkildim. Babaannemi hatırladım. Alain, bir  insan yerde bir  iğne görüp de eğilip almazsa, bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur diyordu. İlave ediyordu. Bir  iğnenin üretiminde binlerce insanin alın teri, göz nuru, el emeği vardır diyordu.   *On dokuz yıl evveldi.**  Stockholme gitmiştim. Bir otele indim. Geceydi. Sabahleyin, traş olmak için lavaboya  gittiğimde, . aynanın yanında ilginç bir not gördüm. Lütfen diyordu, traştan sonra jiletinizi çöpe atmayın.  Yanda bir kutu var, oraya bırakın. Bir tek jiletle dahi olsa, İsveç çelik sanayisine yardımcı olun. Doğrusu hayretler içinde kaldım. Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir. Birçok eşya üzerinde İsveç çeliğinden yapılmıştır diye yazardı. İste o ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe  gitmesini istemiyor, ona sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu. *   *İsviçrede zaman zaman, belli periyotlarda, radyolar, televizyonlar, bir haberi duyurur. Şu tarihte, su saatte, adamlarımız gelecek. Siz  lütfen hazırlığınızı yapın.**  Okumadığınız, ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne kadar kitap,dergi, gazete varsa, kâğıt, ambalaj,kutu varsa, velev ki, bir ilaç prospektüsü dahi olsa, kapının önüne koyun.  İsviçre nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç ziyanına engel olun. *   *Japonlar son derece sade, basit, yalın mütevazı yasayan insanlardır. Evlerini mobilya ile eşya ile  dolduranlar Japonlara göre ruhen tekâmül edememiş ,  hayatın manasını anlayamamış, zavallı kimselerdir. Böyleleri ile, zavallı, evini mezat salonuna çevirmiş diye eğlenirler. Bir insanin gösteriş için eşyanın esiri olması ne kadar acıdır. Vaktiyle Japon ekonomisi bir  darboğazdan geçiyor.  İç borçlar, dış borçlar gırtlağı aşıyor. Zamanın başbakanı meclisi toplar. Kürsüye çıkar. Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile anlatır ve su andan itibaren der, Tanrı şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış  borçları son kuruşuna kadar ödenmeden, pirinçten başka bir şey yemeyeceğim. Su üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim. Dediklerini yapar, en üstten en alta bir israftan kaçınma kampanyası açılır. Japonya bütün borçlarını öder. Bu durumun toplumun bütün kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadığını söylemeye gerek  yok. Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını  gördüm. Yarabbim, ne kadar sade, ne kadar mütevazı,  ne kadar gösterişten uzak... 

Kaynak: www.degerler.com